Enflasyon
Günümüzde çok tartışılan meselelerden birisi, uzun süre ödenmemiş borçların geri ödenmesi esnasında enflasyon farkının alınıp alınamayacağı konusudur.
Klasik dönem Hanefî fıkıh kitaplarında bu soruya dolaylı cevap teşkil edecek bazı açıklamalar bulunmaktadır. Konunun ele alındığı bağlam altın-gümüş (dinar-dirhem) dışındaki paralarla (fulûs) yapılan vadeli alışverişlerde felslerin "tedavülden kalkması (kesad)", "piyasada bulunamaması (inkıta)" veya "fiyatlarında altın ve gümüşe göre değer artış veya eksilmesinin olması (galâ - rahas)" durumunda vade tarihinde bedelin nasıl ödeneceği ile ilgilidir.
Paranın değerinde altın ve gümüşe göre değer artış veya eksilmesinin olması durumunda borçlunun borcunu ne şekilde ödeyeceği konusunda Hanefîlerde iki görüş bulunmaktadır:
Birinci görüş: Ebu Yusuf dışındaki âlimlerin tamamına göre bu durumda ödeme, borca konu olan para üzerinden yapılır. Değer artış ya da eksilmesi dikkate alınmaz. Bu görüşün gerekçelerini şu şekilde belirtebiliriz:
1. Yüce Allah “Ey iman edenler! Akitlerinize bağlı kalın” buyurmuştur. Burada borç doğuran işlem (borç verme, mal satımı, nikâh akdi) yapıldığı esnada her iki taraf bu para birimi üzerinde anlaşmıştır. Para piyasada mevcut olduğu sürece fiyatındaki dalgalanma dikkate alınmaz.
2. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir helali haram kılan veya haramı helal kılan anlaşma hariç Müslümanlar arasında sulh [anlaşma] caizdir. Müslümanlar şartlarına bağlıdır.”
Burada da şart koşulan şey ödemenin borcun doğduğu andaki para birimi üzerinden ödenmesidir. Bunda bir helali haram veya haramı helal kılma olmadığına göre borcun bu bedel üzerinden ödenmesi gerekir.
İkinci görüş Ebu Yusuf’un sonradan benimsemiş olduğu görüşe göre borcun konusunu teşikl eden para altın ya da gümüş dışında bir para ise ve değerinde artış ya da eksilme meydana gelmişse bu durumda borcun ödenmesi, borcun ilk doğduğu esnada o paranın altın ve gümüşe göre değeri üzerinden belirlenir.
Ebu Yusuf'un bu fetvası Hanefî mezhebinde "müftâbih / fetvaya esas olan görüş" olarak kabul edilmiştir. Buna göre, bir kimse bir malı birkaç fels karşılığında satın alsa veya birkaç fels borç alsa, sonradan felslerin değeri dirheme göre düşse veya artsa, satım durumunda müşterinin ödemesi gereken şey satım akdinin gerçekleştiği gün o felslerin dirhem olarak değeridir.Borç verme durumunda ise felslerin borcun verildiği günkü değeridir."
Bu fetvayı günümüze uyarlayarak şunu söyleyebiliriz: Vadeli borçlanmalarda vade tarihi geldiğinde paranın değerinde bir azalma söz konusu olmuşsa borçlu şahıs bu azalmayı ortadan kaldırarak parayı tam değerinde ödeme yapmalıdır.
Bu görüşün delillerini şu şekilde belirtmek mümkündür:
1. Yüce Allah faizi yasakladığı âyette anaparanın teslim alınıp faizin bırakılması emrettikten sonra “böylelikle ne zulmetmiş ne de zulme uğramış olursunuz” buyurmuştur. Borca konu olan paranın değerinde artış meydana gelmişse bu durumda borçlu haksızlığa uğramış olacaktır. Şayet paranın değerinde eksilme meydana gelmişse o zaman da alacaklı haksızlığa uğramış olacaktır. O halde her iki tarafın haksızlığa uğramasını önlemek üzere altın ya da gümüşün değerini esas almak ve borcu bu değere göre belirlemek gerekir. Bu şekilde yapmak, borç verenin de borç alanın da herhangi bir haksızlığa uğramaması için en uygun yoldur.
2. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız, borcunu en hayırlı bir şekilde ödeyendir.” Borcun bu şekilde ödenmesi hem borçlu hem de alacaklı için en hayırlı ödemedir. Günümüzde paranın değerinin artma ya da eksilmesini yalnızca altına bakarak belirlemek doğru olmayıp birçok malın ortalamasıyla hesaplanan enflasyon üzerinden değerlendirmek en uygun davranıştır. Zira altının fiyatında hiç beklenmedik şekilde ani yükselme ve düşüşler tarafların büyük ölçüde zarar görmesine yol açabilir. Bu sebeple para borcunu altına endekslemek doğru olmaz.
18.04.2025