Devletten KDV alacaklarını daha hızlı tahsil edebilmek için banka teminat mektubu kullanmak caiz midir?

Ticari işletmemiz için

1-Devletten KDV alacaklarını daha hızlı tahsil edebilmek için kullanacağımız teminat mektubu caiz midir?

2-Yurt dışından Dahilde İşleme Belgesi kapsamında KDV’siz iplik alırken, ithalat beyannamelerinde ödemem gereken teminat tutarları için teminat mektubu kullanmam caiz midir?

Banka teminat mektuplarının cevazı hususunda tartışmaların yoğunlaştığı nokta bankanın teminat mektubu karşılığında aldığı komisyondur. İslam Fıkıh Akademisi 1985 tarihli aldığı kararda, bankanın teminat mektubu verirken aldığı paranın "kefalet ücreti" (risk parası) olamayacağını ancak "idari masraf" olabileceğini belirtmektedir. Bu idari masrafların ise emsal ücretin (piyasa rayicinin) üzerine çıkmaması gerektiğini ifade etmektedir. Bir diğer ifadeyle banka; kağıt, mürekkep, personel mesaisi, haberleşme giderleri gibi gerçek operasyonel maliyetlerini müşteriden talep edebilir. Ayrıca müşterinin bankaya nakit para bloke etmesi durumunda; bankanın bu parayı muhafaza etmesi, hesaplarını tutması ve gerektiğinde ödemesi için ekstra bir iş gücü, masraf hesaplamasına dahil edilebilir. İslam Fıkıh Akademisi, teminat mektupları ile ilgili 1985 tarihinde aldığı bu kararı 2023 ve 2025 yılında tekrardan gözden geçirmiş ve konuyla ilgili nihai kararını, üzerinde daha fazla çalışma yapmak üzere ileri bir tarihe ertelemiştir.

Malezya Merkez Bankası Yüksek Şer'i Kurulu ve Suudi Arabistan Ulusal Bankası Şer'i Kurulu gibi bazı İslami kuruluşlar, örfün taahhüde kıymet biçtiği gerekçesiyle ve kişinin saygınlığı/itibarı karşılığında ücret alması (câh karşılığı ücret alması) konusuna kıyas yapılması neticesinde fiili maliyeti aşsa bile ücret alınmasında bir sakınca görmemektedirler. (mecmau’l-fıkhi’l-islami 26. toplantı, s.79, 2025; Shariah Resolutions in Islamic Finance, Malezya, s. 165-166)

İslam Fıkıh Akademisi’nin 2025 tarihli toplantısında sunum yapanların büyük bir kısmı (Dr. Hassanain, Dr. el-Kurrî, Dr. es-Saîd, Dr. Keremullah, Dr. Şuayb, Dr. Sîlâ, Dr. Îsâ, Dr. Bûrûybe, Dr. Bil'âdil, Dr. el-Amrî ve Dr. es-Saîdî), İslam Fıkıh Akademisi’nin 1985 tarihli kararını benimseyerek, teminat mektubu garanti (kefalet) işlemi karşılığında ücret alınmasını caiz görmezken, sadece fiilî idari masrafların (ücret-i misl’i aşmamak şartıyla) alınmasına izin vermektedir.

Ancak bir azınlık grup (Şeyh Menî', Dr. en-Nûbânî, Dr. Lîbâ, Dr. Nakasî ve Dr. Âl Eskiyâ) ise, teminat mektubunun yeni bir akit olması; kefalet bedelinin, imamlık gibi bazı kurbet (iyilik) akitlerinde alınan bedele kıyas edilmesi; taahhüt/hizmet karşılığında veya saygınlık/itibar (câh) karşılığında bedel alınması prensiplerine dayanarak garanti karşılığında alınan götürü/maktu veya oransal bedelin caiz olduğu görüşünü savunmaktadır.

Doktrindeki görüşleri ortaya koyduktan sonra mesele, aşağıdaki şekilde değerlendirilebilir.

Tacir, yurt dışından ham madde (iplik) ithal ederken, ihracat yapma taahhüdü karşılığında devlete ödemesi gereken KDV’yi nakit olarak ödemeyip, bu borcu "tecil" (erteleme) ettirmektedir. Devlet, bu borcun güvenliği için bankadan bir Teminat Mektubu talep etmektedir. Eğer ihracat gerçekleşmezse, devlet bu mektubu nakde çevirerek vergi alacağını bankadan tahsil edecektir.

Bu mesele şu üç başlık altında incelenebilir.

  1. Hanefi mezhebine göre sebebi doğmuş müstakbel borca kefalet ve habs bedeli olarak değerlendirilebilir.

Teminat mektubuna konu olan meblağ, soyut bir risk değil, ithalat anında vücûb bulmuş (doğmuş) ancak tahsili ertelenmiş vergi borcu (deyn) dur. Hanefi mezhebinde bir borca kefil olunabilmesi için borcun "lazım" (kesin) olması asıldır. Ancak İmam Muhammed ve İmam Ebu Yusuf'un içtihatlarına göre, henüz vadesi gelmemiş veya şarta bağlanmış olsa bile, sebebi mevcut olan borçlara kefalet caizdir. Bedâiu’s-Sanâi’de şöyle geçer: "Vücûb sebebi (borcu doğuran sebep) bulunduktan sonra, henüz borç fiilen talep edilebilir olmasa da kefalet sahihtir. Zira sebebin varlığı, sonucun varlığı hükmündedir." İthalat işlemi (sebep) yapıldığı an vergi borcu doğmuştur. İhracat şartı ise bu borcu düşürecek bir "mâni"dir. Banka, "Bu mâni (ihracat) gerçekleşmezse, sebebin (ithalatın) sonucunu (vergiyi) ben öderim" demektedir.

Devletin alacağını "ihracat yapmama" şartına bağlaması ve bankanın bu riski üstlenmesi Hanefi fıkhında geçerlidir. Mecelle Md. 631’e göre "Kefalet; müncez (derhal), muallak (şarta bağlı) ve muzaf (geleceğe yönelik) olarak sahih olur." Burada banka, tacirin vergi borcu zimmetine kendi zimmetini eklemekte, ancak ödemeyi "ihracat yapılmaması" şartına bağlamaktadır.

Bu işlemin meşruiyetiyle birlikte bankanın talep ettiği komisyonun fıkhi dayanağı ise Hanefi fıkhındaki “Habs” (Kapasite Tahsisi) ilkesine dayandırılabilir. Bankanın müşterisinden aldığı bu ücret, ileride ödenmesi muhtemel bir borcun faizi veya karşılığı değildir; bilakis bankanın kendi kredi limitini ve ticari kapasitesini müşteri lehine tahsis etmesinin (hapsetmesinin) bedelidir. Fıkıhta ücret, sadece harcanan terin (fiili emeğin) değil, aynı zamanda kişinin veya malın bir işe tahsis edilmesinin (hapsedilmesinin) karşılığıdır. (Mecelle m.425; serahsi, mebsut, el-ecru mukabilü’k-habs) Banka belirli bir tutardaki gayrinakdi limitini bu işlem için bloke ederek, o limiti başka bir ticari işlemde kullanma imkanından feragat etmektedir. Teminat mektubunda banka bir "ecîr-i has" gibidir. "Benim limitim ve itibarım, şu vadeye kadar sadece senin emrindedir" der. Müşteri bu limiti kullansa da kullanmasa da mektup nakde dönse de dönmese de banka o süreyi tahsis ettiği için ücretini (hem de süreyle orantılı olarak) hak eder. Bir işin ücreti, o işin piyasadaki değeriyle ölçülür. Sorumluluk dereceleri, işi yapan kişinin kalitesi, yapılacak işin mahiyeti vb. etkenler o işin ücretini belirlemede etkilidirler. Komisyonun süreye ve tutara bağlı olarak oransal belirlenmesi de bu limit işgalinin büyüklüğü ve süresiyle orantılı bir menfaat kiralaması olarak görülebilir.

Sonuç olarak, bu hukuki ilişkide birbirinden tamamen bağımsız iki ayrı mali süreç işlemektedir. Birincisi, bankanın limitini müşteriye tahsis etmesi karşılığında hak ettiği ve “habs” ilkesine dayanan “hizmet/kapasite bedeli” (komisyon); ikincisi ise riskin gerçekleşip bankanın gümrüğe ödeme yapması durumunda doğacak olan “rücu” (tazmin) alacağıdır. Bankanın ödeme yaptıktan sonra müşterisinden talep edeceği meblağ, kefalet hükümlerine göre ödediği ana paranın aynısıdır ve bu bir alacak tahsilidir. Peşin alınan komisyon ise bu borcun faizi değil, bankanın o ana kadar sunduğu limit tahsisi ve garanti hizmetinin bağımsız ücretidir.

  1. Maliki mezhebi açısından itibar (câh) bedeli olarak değerlendirilebilir

Maliki mezhebi, ticari hayatta Hanefilere göre daha esnek çözümler sunmaktadır. Maliki mezhebindeki itibar (câh) satışı banka teminat mektuplarından alınan ücreti temellendirmede kullanılabilir.

Maliki mezhebinde bir kimsenin, toplum veya devlet nezdindeki itibarını (Câh), kredibilitesini veya imzasını bir başkası lehine kullanması mali bir değer olarak kabul edilir ve bunun karşılığında ücret alınması caizdir.

Maliki kaynaklarında, kefaletin ücret karşılığı yapılamayacağı genel kural olsa da eğer işlem bir "kredi/borç verme" değil de sadece bir "aracılık ve itibar desteği" ise, bu "menfaat" kategorisine girer ve ücreti helaldir. (İbn Rüşd, bidayetü’l-müctehid). Desûki’nin haşiyesinde Câh (itibar) ile yapılan işten ücret almanın, eğer bu iş haram değilse, bir zulme aracılık etmiyorsa ve yapılacak iş itibarını kullandıran kişinin zaten yapması gereken bir iş değilse (aksi takdirde bu rüşvet olur) caiz olduğu belirtilmektedir.

  1. Yurt dışından Dahilde İşleme Belgesi kapsamında istenen teminat, kendine özgü bir akit türü olan garanti sözleşmesi çerçevesinde değerlendirilebilir.

Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamında banka tarafından Gümrük İdaresi’ne verilen teminat mektubu, İslam Borçlar Hukuku’nun klasik "Kefalet" kalıplarına sığdırılamayan, nev-i şahsına münhasır (sui generis) bir hukuki işlemi olarak da görülebilir. Klasik Hanefi fıkhında kefalet, asıl borçlunun zimmetindeki borca kefilin zimmetinin eklenmesidir. Ancak bu olayda yapısal bir uyumsuzluk söz konusudur: Teşvik Edilen Fiil: İhracat yapmaktır. Teminat Altına Alınan Risk: İthalat sözleşmesinden doğan vergi borcudur.

Burada banka; "Tacir ihracat yapmazsa, ben onun yerine ihracat yaparım" (fiil kefaleti) demediği gibi; "Tacir vergi ödemezse ben öderim" (mutlak borç kefaleti) dememektedir. Banka burada; "İhracat yapma fiilinin yerine getirilmemesi durumunda, bu fiilden hukuken bağımsız olan ve ithalat işleminden doğan vergi muafiyetinin kaybedilmesi sonucu ortaya çıkan kamu zararını (vergi aslını) tazmin etmeyi" taahhüt etmektedir. Teminat altına alınan bir fiilin (ihracatın) edimlerinden tamamen bağımsız olan bir zararın (ithalat vergisinin) kefalete konu edilmesi mümkün değildir. "Bu malı sat, parasını alamazsan ben veririm" demek sahih bir kefalet iken; "Bu malı sat, zarar edersen aradaki farkı ben karşılarım" veya “Filan şahsın değirmenini isticar et, edeceğin zarar benim üzerime olsun.” demek sahih değildir. Bu nedenle, banka ile devlet (muhatap) arasında kurulan bu ilişki; fer’i (bağımlı) bir kefalet akdi değil, asli ve bağımsız bir "Garanti Sözleşmesi" olarak görülebilir.

Garanti sözleşmesinin fıkhi meşruiyeti ve komisyonun helalliği, sürecin tek bir akit olarak değil, birbirinden bağımsız iki ayrı sözleşme olarak ele alınmasıyla mümkündür. Garanti sözleşmesi tasavvurunda banka, devlete karşı riskli bir taahhüt altına girer. Müşteri (Tacir/Lehtar), teknik olarak bu sözleşmenin tarafı değil, lehtarıdır (yararlananıdır). Banka bu taahhüdü, müşterisinin talebiyle yapmış olsa da hukuken devlete karşı "asli sorumlu" konumundadır. Banka ile müşteri arasındaki ilişki, bir "borçlanma" veya "kefalet" ilişkisi değil; Vekâlet, Hizmet ve Kiralama (İcâre) unsurlarını barındıran bir "İş Görme Sözleşmesi" olarak kabul edilebilir. Bankanın aldığı ücret (komisyon) vekalet veya hizmet karşılığı olması hasebiyle oransal da olsa maktu bir miktar da olsa caiz kabul edilebilir.

06.12.2025
Dr. Ahmet Faruk ŞENER
Kaynak:
Dr. Ahmet Faruk ŞENER